Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Olsun, Yetişkinler de Oyun Oynar mı, Jim Marshall
Şahane Okur,
Günaydın. Dünya Kadınlar Günü’n kutlu olsun. Bu sene 8 Mart’a özel sayı hazırlayamasak da geçen senenin bültenine ve daha çok kadın yazar okuyalım listesine göz atabilirsin.
Bu hafta zarfta iki kitap, yetişkin oyunları ve bir fotoğrafçı yer alıyor.
#8Mart
- Çatlak Zemin, İstanbul’da 19 yıldır düzenlenen 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’nün tarihinin izini sürüyor, katkıları, tanıklıkları bekliyor
- Aslı Alpar ve Dilek Yördem, yarın 18.00’da, kadınların çizgisiyle dünyada ve ülkemizde kadınların hak mücadelesini konuşacak
- ABD’nin İlk Kadın Gazetesi Lily (1052 Kelime)
- Türkiye’deki feminist yayınların büyük büyükannesi, Kadınlar Dünyası (1582 Kelime)
- Tarihçi Martha Rossiter tarafından ortaya atılan bir kavram, the Matilda Effect ve başarıları erkek meslektaşlarının gölgesinde bırakılan kadınları anlatan bir seri (5 Bölüm)
#Derinlik
- Makinalaştık peki neden hâlâ haftada kırktan fazla saatimiz gerekliliği şüpheli işleri yaparak geçiyor, niçin bir işçinin yaptığını dört kişi denetliyor, refah yine niye sadece belli bir kesime ulaşıyor? (1558 Kelime)
- Kentsel dönüşen, jantileşen muhitlerden kovulmak üzerine, farklı ülkelerdeki soylulaştırma örneklerini mesele edinen No Seat at the Table girişimiyle yapılan bir röportaj (1135 Kelime)
#İşeYararBirŞey
- Yazarın ve kitabın adını öğrenmeden, bir pasaj okuyorsunuz, eğer hoşunuza giderse size kitabın künyesini bağışlıyor, beğenmezseniz başka bir pasaj düşüyor önünüze. Yeni kıtalar keşfetmek için muhteşem bir yelkenli: Recommend Me a Book
#GüneBaşlamaŞarkısı
- Hayata ve patriyarkaya horozlanan kadınlara, Rebel Girl
Yazan: Nureddin Türk, Çizen: Tubeklon
Sinek Kadar Kocalar, Hayata Horozlanan Kadınlar
“Kadın ruhundan en iyi anlayan erkek yazar.” Öyle ki hemcinslerin bile daha iyi anlıyor kadınları, o yüzden kadınları yine bir erkeğinden gözünden, onun kaleminden okumamız icap ediyor. Hadi bir yere kadar başarılı bir gözlem gücü ve doğuştan gelen bir yetenek söz konusu diyelim. Bir erkek kafasının içinde kaç farklı kadın karakter taşıyabilir, yaşatabilir, onların hikâyelerini anlatabilir?
Hatice Meryem’in aklına ve yüreğine sığdırıp heyecanlarını, meraklarını, alışkanlıklarını, küçük zevklerini, hayallerini, düş kırıklıklarını taşıdığı kadınların haddi hesabı yok. Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun’da her sabah başka bir kadın, farklı bir adamın karısı olarak uyanıyor: Bir ayyaşın, bir cücenin, bir imamın, bir kuryenin, çok genç bir adamın, ilkaşkının karısı… Liste uzayıp gidiyor, yazarın incelikli bakışları her evin, her yatak odasının içinde geziniyor. Her bölüm kadınlar için bir mücadele alanı oluyor, bazen bizzat kocasına karşı, bazen elâleme karşı. Farklı iktidar ilişkilerinde farklı direniş biçimleri. Tüm bu hayalleri kuran ama kimsenin karısı olmayan anlatıcının da vurguladığı gibi, “… hayata horozlanmakla geçecek ömrüm.”
Meğer ki hayat, ‘mavigözlüdev’ işçi kocam, ben ve çocuklarım, bir de bütün dünyanın karabahtlı ezilmişleri için sırt sırta oynanan hayatta ve ayakta kalabilme oyunuymuş bir tür; bunu bilir bunu söylerdim, bir işçinin karısı olsaydım eğer. (95 Sayfa)
Hatice Meryem’in yarın bir kadın daha öldürülmesin diye, yarın öldürülecek bir kadınmış gibi son nefesiyle yazdığı bir kitap daha var: Bir Kadını Öldürmeye Nereden Başlamalı? Failin gözünden yazmış. “Erkek ruhundan en iyi anlayan kadın yazar.” Hafifletici sebeplerin nasıl da kadınların hayatına mal olduğunu anlatmış. Sahnenin dekoru değişiyor, bahaneler değişiyor, kılık kıyafet, makam mevki değişiyor, katil hiç değişmiyor. (84 Sayfa)
Yetişkinler de Oyun Oynar mı?
Bu soruya Eric Berne’ün Etkileşimsel (transaksiyonel) Analiz olarak bilinen terapi kuramı çerçevesinde yanıt arıyorum. Kuram birbirimizle “etkileşimlerimiz” üzerinden –buna iletişim diyebiliriz- ilişki dinamiklerini inceler. Berne’e göre bu etkileşimleri “Aynı anda oluşan tutarlı düşünme, hissetme ve davranma biçimleri” olarak tanımladığı ego durumları sağlar. Her insanda çocuk, yetişkin ve ebeveyn olmak üzere üç ego durumu vardır:
- Çocuk ego durumu: Senin bu tepkinin amacı, bu tepkiyi veriş tarzın küçük bir kız/oğlan çocuğuyken verebileceğin tepkinin aynısı.
- Yetişkin ego durumu: Sen şu anda içinde bulunduğun durumun özerk ve objektif bir değerlendirmesini yapmış ve önyargısız dile getirmiş bulunuyorsun.
- Ebeveyn ego durumu: Sen şimdi ebeveynlerinden biriyle aynı ruh hâli içindesin ve onların vereceği tepkiyi veriyorsun.
Peki, “oyun” tüm bunların neresinde? Berne, aslında bir “merhaba”yla oyuna (transaksiyon/etkileşim) başladığımızı söyler. Gün içerisinde sayısız karşılaşma yaşarız ve ego durumlarını sergilediğimiz bu etkileşimler oynadığımız oyunlardır. Berne, insanların farkında olmadan çok sayıda oyun oynadığını belirtir: Evlilik oyunları, yaşam oyunları, parti oyunları, cinselliğe dayalı oyunlar… Tüm bu oyunlar içerisindeki ego durumlarımız, ilişkimizi şekillendirir.
Elinizdeki vazoyu masaya koyarken düşürdüğünüzü düşünün. Partneriniz yan odadan sesi duyup gelir ve ebeveyn egosuyla, “Lanet olsun sana, hep böyle sakarsın,” der ve sizi küçük bir çocukmuşsunuz gibi eleştirebilir. Yetişkin egosuyla, “Üzülme canım, beraber toplarız,” der ve sizin üzüntünüzü anlayabilir. Çocuk egosuyla “En sevdiğim vazoyu kırdın,” der ve küçük bir çocuk gibi ağlamaya başlayabilir. Düşen bir çocuk, “İnsanlar düşebilir, bu normaldir,” diyen yetişkin egosunda biriyle değil, canım benim diyerek ona sarılan şefkatli ebeveyn egosuna sahip kişiyle sağlıklı ilişki kurabilir. Örneklerden de anlaşılacağı üzere sağlıklı ilişkide önemli olan karşılıklı olarak uygun ego durumları ile etkileşim halinde bulunabilmektir.
Berne, “Oyunlar gerçek yakınlığın sahici tecrübesinin bir ikamesidir,” der. Yetişkin olarak hiç seksek oynamıyoruz belki ama bir “merhaba”yla başlayan oyunu hiç düşmeden oynayabileceğimizi biliyorum.
~Kirpilerden Eylül Köse
Müzisyenlerin Fotoğrafçısı: Jim Marshall
Jimi Hendrix, Janis Joplin, Johnny Cash… Müzik dünyasının efsane isimlerinin en bilindik fotoğraflarını Jim Marshall çekti. Mükemmel bir fotoğrafçı, huysuz bir adamdı. Her nasılsa fotoğrafını çektiği müzisyenlerle farklı bir bağ kurmayı başardı. Klişe ama gerçek, onların içini gördü.
“Bu yalnızca bir iş değildi, benim hayatım olmuştu,” diye anlatıyor. Sanatçılardan daha çok konsere gidiyor, daha çok stüdyoya giriyordu. Hatta fotoğraf makinesi olmadan dışarı adımını atmıyordu. 1967’de Monterey Pop Festivali’nde şahane fotoğraflar çekti. 1969’da meşhur Woodstock’ı ve sahne alan müzisyenleri fotoğrafladı. İlerleyen yıllarda Miles Davis, Dizzy Gillespie, Joan Baez, Red Hot Chili Peppers gibi efsanelerin fotoğraflarını çekti. Johnny Cash’in hapishane konseri At Folsom Prison‘ı da, The Beatles’ın son konserini de kadrajına aldı.
Jim Marshall, profesyonel yaşamında bu kadar başarılıyken özel hayatında madde bağımlılığı ve “anlaşılamamak”la boğuşuyordu. Hayatına giren bütün kadınlar hem ona ne kadar hayran olduklarını hem de onun ne kadar zor bir insan olduğunu söylemeden geçemiyor. Jim Marshall bir rock yıldızından daha çok bir rock yıldızı gibi yaşıyordu!
Jim Marshall’ın inişlerle ve çıkışlarla dolu hayatı Show Me The Picture: The Story of Jim Marshall isimli belgeselde konu edilmiş. Film, müzik tarihinde bir yolculuğa çıkmak gibi… İzlemesi oldukça keyifli. Müziğe ve fotoğrafa ilgi duyan herkes mutlaka bir göz atmalı. (92 Dakika)
~Kirpilerden Öykü Göğer