Aşk Romanları Okuyan İhtiyar, İncelikler Sayesinde, Gençlik Hevesleri, The Mitchells vs the Machines
Şahane Okur,
Günaydın. Bu hafta zarfta bir roman, bir müjde, bir dizi ve gençlik heveslerine cesaret etmek için öneriler yer alıyor.
#Derinlik
- Yine Yeniden Doksanlar ekibi, Türk pop müziğinde annelerin hep acı çeken konumunu sorguluyor (1591 Kelime)
- Anadolu’da yeme içme alışkanlıklarını seyahatnâmelerden takip eden bir yazı dizisi (988 Kelime)
- Neden kağıttan okuduğumuz şeyler aklımızda daha iyi kalır? (973 Kelime, İng)
#Esin
- Yaprak desenlerinden ve ağaç dallarından ilham alan çizimleriyle The New Yorker sayfalarında yer edinen illüstrator, Gizem Vural
#GüneBaşlamaŞarkısı
- On iki yıl aradan sonra yeni teklisiyle Kings of Convenience, eski bir dosta rastlamak gibi ~Kirpilerden Merve Kavas’ın önerisiyle
Yazan: Nureddin Türk, Çizen: Tubeklon
Aşk Romanları Okuyalım
Güney Amerika’nın renkli ve verimli topraklarında, Amazon ormanlarının ve bir nehrin kıyısında küçük bir yerleşim yerinde yaşadığını hayal et. Belki yüz, belki iki yüz sene öncesi. Beyaz adam yakıp yıktığı doğal yaşamdan kendine zenginlikler üretiyor. Amazon’un asıl sakinleri, ormanın içlerine çekilmiş. Altın bulma umuduyla kıtaya sonradan göçenler, ikinci üçüncü kuşağa kadar soy vermiş, ne beyaz ne yerli kimliğe bürünebilmiş. Bütün bu kargaşanın ortasında avlanarak geçimini sağlayan bir ihtiyar olduğunu düşle.
Yalnızsın. Eşini kaybedeli yıllar olmuş, çocuğunuz olmamış. Amazon’un içlerindeki Shuar kabileleriyle iyi anlaşıyor ama onlardan kabul görmüyorsun, had bilmez turistlere ya da sömürgecilerin uzak ülkelerden gelen temsilcilerine zerre tahammülün yok. Bir gün sana bir kitap uzatıyorlar ve aslında okuyabildiğini anlıyorsun. Yazma bilmezsin, herhangi bir okulun kıyısından geçmemişsin ama o sayfalara dizilen harflerin ne demek istediğini kavrayabiliyorsun. Bu bir mucize.
Hayatının en değerli keşfinin ardından sana soruyorlar: Ne tür şeyler okumak istersin? Macera kitapları, bilim kitapları, erdemli insanların yaşamöyküleri, teknik kitaplar, aşk romanları… Bu farazi sorgulamaların çıkış noktası Aşk Romanları Okuyan İhtiyar. Kitabın yaşlı kahramanı, Antonio José Bolívar, aşk romanlarını seçiyor. Birbirleriyle Venedik gondollarında hararetle öpüşen, şiddetli arzular ve büyük hüzünlerle dolu âşıkların hikâyelerine merak salıyor. Etrafındaki insanların barbarlığını unutmak için hiç tatmadığı bu duygunun hayaline sığınıyor.
Salgında kaybettiğimiz değerlerden, Şilili yazar Luis Sepúlveda bu ilk romanıyla bize henüz kıyametin başındayken seslenmiş aslında. Zengin kelime dağarcığı ve hayran bırakan bilgisiyle resmettiği mizansende, gelişini her gün biraz daha hızlandırdığımız felaketin ilk perdelerine tanıklık ediyoruz. Her şey bir Miyazaki filmi gibi canlanıyor gözümüzün önünde. Ağaçlar ve bitki örtüsü yok ediliyor, hayvanlar yaşam alanlarından kovuluyor, yerin altı da üstü de talan ediliyor. Bütün bunlara bir dur diyecek Prenses Mononoke de yok. Sahnede, öcünü almak için iyice vahşileşen ve düşmanlarını tek tek avlayan bir jaguar var sadece. (120 Sayfa)
Ne diyelim, çevremiz için elimizden geleni yapmakla birlikte, her gün daha farklı örneklerine tanıklık ettiğimiz barbarları unutmak için aşk romanları okumaya devam etmek gerek.
#İnceliklerSayesinde
Posta kutuna bıraktığımız her bültende Sertab’ın o güzelim şarkısına selam ediyoruz. Tek farkla, kirpi “incelikler yüzünden” demek yerine, “incelikler sayesinde” demeyi seçiyor.
Bir sonraki zarftan itibaren, postacılık yapmaya başlarken aklımızda olan bir fikri hayata geçiriyoruz. Zamanımızın zarif ve üretken isimlerine, kendilerine yaşama sevinci aşılayan inceliklerini sorduk, şimdi sizinle de paylaşmak istiyoruz. Siz de İncelikler‘in sosyal medya hesaplarından veya e-posta adresinden Kirpi’ye ulaşarak hayatınızdaki inceliklerden bahsedebilirsiniz. #İnceliklerSayesinde
Heyecanımız Yüksek, Gençliğimiz Var
Yeni bir dil öğrenmek için çok mu geç? Kaykaya başlasak parktaki bebeler üstümüze güler mi? On sene sonra meslek değiştirmeye cesaret edebilir miyiz? Doksanların çocukları otuzlara adım attı, elbet herkesin içinde ukdeler, pişmanlıklar var. Bir noktadan sonra alışkanlıklardan vazgeçmek, konfor alanlarını terk edip bilmediğimiz sularda kulaç atmak zor geliyor. Zihinsel ve fiziksel gelişimimiz de destek değil, köstek oluyor.
Nasıl olacak bu işler? Sorunun yanıtı, kızının yeni hobilerine eşlik etmeye çalışan kırklarındaki bir babadan geliyor. Tom Vanderbilt, kızını piyano, futbol, satranç, tekvando kurslarına götürüp getirirken ikiyüzlülüğünün farkına varıyor: Daha geniş bir perspektife sahip olması ve yeteneklerini keşfetmesi için çocuğunu sürüklediği bu koşuşturmadan kendisi hayli uzak. Bir kenarda kızının dersinin, müsabakasının bitmesini beklerken telefonla oyalanıyor, gelen mailleri yanıtlıyor. Bu aydınlanmadan sonra şarkı söylemeyi, resim ve sörf yapmayı öğrendiği bir maceranın içine atılıyor.
Tom Vanderbilt’ın yeni heveslerindeki tecrübelerinden çıkardığı bazı dersler var. Konunun üzerine daha çok eğiliyor, araştırmalar yapıyor. Bir kere kızıyla aynı adaptasyon becerilerine sahip olmadığının farkında, kendisinin herhangi bir şeye sıfırdan başlaması daha meşakkatli. İkincisi, yetişkinler hedef odaklı yaşarken, çocuklar o anın içerisinde yer bulabiliyor. Büyüklerin yaklaşımı hem alınan verimi hem de eğlenceyi olumsuz etkiliyor. Çünkü bize öğretilmiş bir şey var: Zaman en büyük yatırım. Bir şeye belirli bir vakit ayırınca işe yarar sonuçlar elde etmek gerekiyor. Bu kaygıdan kurtularak yola çıkan Tom’un tavsiyeleri çok da yabancı olmadığımız maddeler: Sürekli pratik yapmak, aynı şeyi sürekli tekrarlamak yerine tekrarlarımızı çeşitlendirmek ya da zenginleştirmek, edindiğimiz yeni becerileri başkalarına da öğretmek.
Peki bunca uğraşa değer mi? Eğer her yeni beceriyle gelen o minik gurur, kendine zaman ayırmanın verdiği sevinç yetmiyorsa kâr-zarar odaklılar için de bir destek argümanı var Tom’un: Yapılan araştırmalar yeni alışkanlıklar edinen, farkı alanlarda sürekli bir öğrenme halinde olan insanlarda, yaşlanmanın her anlamda yavaşladığını ortaya koyuyormuş. (1442 Kelime, İng)
İşlevsiz Ailelere Selam: The Mitchells vs the Machines
Önceki zarfta yer verdiğimiz yazısında Ece Dizdar, düzgün işlemeyen ailelerin televizyon ekranlarındaki örneklerinden söz ediyordu. Aslında isimlendirme de tuhaf, işlevsel bir aile varmış gibi. Birbirlerini her koşulda seven ve destek olan, aynı zamanda kişisel sınırlara riayet eden, muhatabının bireyselliğine saygı duyan, doğrudan iletişime açık, yeri geldiğinde teşekkür etmeyi ve özür dilemeyi bilen bir yapı mümkün mü? Sadece soruyoruz.
Bu hafta Netflix’e düşen bir animasyon filmi de bu kafa yormaların üstüne geldi. Komşusunun mükemmel aileyi simgeleyen Instagram hesabıyla kafayı bozmuş bir anne, doğal yaşam ve teknoloji düşmanlığıyla kafayı bozmuş bir baba, dinozorlarla kafayı bozmuş bir oğlan çocuğu ve filmlerle kafayı bozmuş bir genç kız. Bir de beceriksiz, şehla bir köpek. Dört duvar arasında sürtüşerek, kendi alemlerinde takılmaya çalışan bu aile bir araba yolculuğuna çıkıyor. Hay aksi, tam da o sırada robotlar dünyayı ele geçiyor ve insanlığın sonu geliyor. Tek umudumuz koordinasyon ve iletişim becerilerinden yoksun, nam-ı diğer işlevsiz Mitchell ailesi.
İtiraf etmek gerekiyor ki, bu sarkastik girizgahın ardında gülüp eğlenerek geçen iki saat var. Ufak tefek politik göndermeler, Netflix’in rakiplerine dair bariz semboller haricinde düşünmeye itmiyor. Estetik, entelektüel yahut pastoral hazlar vaat etmiyor. The Mitchells vs the Machines, çocukluğun o yara almamış hayalperestliğine ortak ediyor sadece. Sevgi ve umut doluysan her şeyin üstesinden gelebilirsin fikriyle hasret gidermek, klişe sahnelere gülmek ve gülmeyi hatırlayışına hüzünlenmek için nefis bir yapım. Hem aile filmi, çoluk çocukla, minik yeğenlerle oturulup izlenir. Ayrıca kötü karakteri, canımız, çiçeğimiz, göz bebeğimiz Olivia Colman seslendiriyor^.^ (114 Dakika)