Şahane Okur,
Günaydın. Bu hafta zarfta bir uzun öykü, bir cemiyet, bir podcast ve Devin Özgür Çınar var.
#Derinlik
- Litera‘nın yemek konulu sayısından, Yalnızız‘ın Besim’iyle başlayıp Bizim Büyük Çaresizliğimiz‘in bekar sofralarına uzanan bir sorgulama, edebiyatımızın obur kahramanları (2059 Kelime)
- İçine doğduğumuz koşulların ve üzerimize yapıştırılan etiketlerin tek başına kimliğimizi belirleyecek unsurlar olmadığı üzerine, akışkan bir kendilik teorisi (3400 Kelime, İng)
- Yerinden edilmiş bir şair, Filistinli Murid Bergusi (1366 Kelime)
#Esin
- Aşk, Büyü, vs. nihayet MUBI’de (96 Dakika)
#GüneBaşlamaŞarkısı
- Serin yaz sabahlarına yeni bir hevesle uyanmak için: Mama Oh I Swear
Yazan: Nureddin Türk, Çizen: Tubeklon
Bana Yaşanmış Bir Hayat Bağışla
Zarfların birbirine dolanıp ele ele tutuştuğu bir mevsim. Önceki zarfta aşk romanları okumaktan söz etmiştik. Bu hafta Marguriete Yourcenar’ın yaşanmış bir hadiseden esinlenerek kaleme aldığı, Birinci Dünya Savaşı sonrasında geçen bir kara sevda hikâyesi var.
İlk gençlik yıllarındaki Sophie, abisinin en yakın arkadaşı Conrad’a âşık oluyor ama karşılık bulamıyor. Conrad tarafından fark edilmek için başvurduğu çocuksu oyunlar, zamanla tehlikeli biçimlere dönüşüyor. Hiç inanmadığı bir davanın korkusuz neferi, kanlı bir savaşın tarafı oluyor. Her şey o kadar mantığa sığmaz bir şekilde ilerliyor ki, bütün bu yaşananları saplantılı bir aşktan başka bir şeyle açıklamak mümkün değil. Ölümü ve hayatı birbirine eşitleyen bir sevgi bu, anlamını yalnızca kendinde buluyor.
Yourcenar, önsözde bir Yunan tragedyasına benzetiyor anlattığı hikâyeyi, karşılıksız aşkın dekorunda, devrimle savaş arasında kalmış bir Baltık ülkesi var. Kadın, erkeğin aşkını elde ettiğinde maruz kaldığı haksızlıkların, yaşadığı zorlukların telafisine erişeceğine inanıyor. Sophie’nin varlığının yegane koşulu, Conrad’ın iki dudağının arasında ama Conrad dostunun kız kardeşinden başkasını göremiyor kadına bakınca. Tutulup gideceği aşkın sularına bırakamıyor kendini, gururunun ördüğü seti yıkamıyor. Karakterleri aklıselime davet eden bir koro da yok üstelik. Yangının küle dönüşmesine, okurların sessiz çırpınışları eşlik ediyor.
Yazar tüm yetkinliğiyle, kanlı iç savaşların arkasında bıraktığı paramparça fotoğraf karelerini zihnimize nakşediyor. İnsanı her şeye razı eden tutkuyu kalbimizde hissediyoruz. Nefes alırken göğsümüze batan bir kemiğin acısı. Yine de karşılığını bulmasa da bir aşkı şöyle doyasıya hissetmiş olmanın kıvancı var satırlarda:
“Böyle bir mutluluğu bir kez tatmış olmak, üstünkörü felsefe yapmaktan kurtarır insanı. Hayatı olduğu kadar hayatın karşıtını da yalın kılmaya yarar.” (85 Sayfa)
#İnceliklerSayesinde
Kedi Sevenler Cemiyeti
Eskinin nahif ruhlu, kedisever gazetecilerinden Osman Cemal Kaygılı, arkadaşlarıyla Kedi Sevenler Cemiyeti kurmuş. Cemiyet hakkında pek bir şey bilmiyoruz ama Kaygılı’nın kedilere olan düşkünlüğü gazetedeki yazılarına çok sık sirayet etmiş, öyle ki konu komşu gazetede kedilerle ilgili ne okursa Kaygılı’nın kaleminden çıktığını düşünürmüş.
Nelerden bahsetmemiş ki? Meşhurlar arasındaki kedi sevdalılarından örnekler vermiş, içinde kedilerin dolaştığı edebi eserlere atıf yapmış. Onun gözünde, “Kediyi çok seven insanlar, yalnız kediye karşı değil, tabiatın bütün güzel varlıklarına karşı çok derin birer muhabbet sahibidirler.” Kendi ev arkadaşları Tintini, Sarman ve Tekir’den büyük muhabbetle bahsederken, İstanbul’un en güzel kedilerini de köşesine taşımış, her biriyle olan tanışıklığını ve her birinin fiziksel özelliklerini tek tek anlatmış.
Kaygılı kendi başını çektiği kedi cemiyetini kurup buradan haberler veredursun, 1937 yazında kuduz hastalığını yaydıkları düşüncesiyle, İstanbul’da korkunç bir kedi itlafı başlıyor. Yaklaşık iki sene içinde binlerce kedi yaşamını kaybediyor. En nihayetinde şehirdeki farelerin sayısı artınca kedilere muhtaç olunduğu gerçeğiyle yüzleşiliyor. Farelerin çokluğunun kedilerin yaşaması için bir sebep olduğunu gören Kaygılı’nın da kendi bodrumunda küçük çaplı bir fare üretim tesisi kurduğu rivayet edilirmiş. Hadise gerçek olmasa bile gazetecinin kedilere olan sevgisini gösteren bir yakıştırma. (2497 Kelime)
Hollywood’un Gizli Tarihini Hatırlamalısınız
You must remember this
A kiss is just a kiss
A sigh is just a sigh
You Must Remember This podcastinin jenerik müziği, Casablanca’da Ingrid Bergmann ve Humphrey Bogart’ın efsane karşılaşma sahnesinde, filmin Sam’i Dooley Wilson’un söylediği bu şarkı ile başlıyor. Müzik sanki bir rüya gibi mırıltılarla yükseliyor. Bir anda hatırlamaya başlıyoruz. Sonra bu mistik melodinin içinde, podcasti hazırlayan ve sunan Karina Longworth’un buğulu sesi duyuluyor. Longworth her kelimeyi muntazam telaffuz ettiği konuşmasıyla, dinleyicilerini bir hatırlama yolculuğuna çıkmaya davet ediyor.
You Must Remember This, Hollywood’un ilk yüzyılının gizli ve/veya unutulmuş tarihlerini keşfetmeye adanmış bir podcast. Kurgu dışı türün en yaratıcı örneklerinden. Kısaca, anlatılan her şey gerçek. Ancak neyin gerçek olduğuna kimin karar verdiği özünde tartışmalı olduğundan, kimi zaman birden çok gerçekle yüzleşebiliyoruz. Sinema eleştirmeni Karina Longworth da detaylarla zenginleştirdiği Hollywood öykülerini dinleyicilerine sunuyor. Longworth kendini, unutulanı hatırlatmaya, hakkı yenene hakkını vermeye adamış. Film endüstrisinin ırkçı, kadın düşmanı, cinsiyetçi, engellilere ve beden şekillerine yönelik ayrımcı yönlerinin altını çiziyor. İzlediklerimiz bizi şekillendirdiğinden, bu tarz yaklaşımların hakim olduğu bu endüstriden çıkan filmlerin, nasıl başta ABD olmak üzere tüm dünyayı etkilediğini gösteriyor. Anlattığı hikayelerle dönemin siyasi, ekonomik ve sosyal fotoğrafını da çekiyor.
Nerede dinlenir: Az da olsa dikkat vermek gerekiyor. En güzeli yürüyüş yaparken… Uzun yolda da fena gitmez. Uykudan önce masal niyetine de olur.
Kimler sever: Sinemaseverler, tarih meraklıları, magazin sevdalıları.
Nereden başlamalı: Podcastin pek çok farklı “sezonu” var. Bu sezonlarla Longworth farklı konu başlıkları altında Hollywood hikayelerini derlemiş. İşte bazı sezon önerileri:
- Ölümcül Sarışınlar: Jean Harlow’dan Veronica Lake’e, Marilyn Monroe’dan Dorothy Stratte’e kadar, Hollywood’un en “ölümcül” sarışınlarının hikayelerini “Dead Blondes” sezonunda dinleyebilirsiniz (13 bölüm, İng)
- Beni Baştan Yarat: İlk kilo verme ameliyatından, suda çıkmayan maskaranın icadına kadar her şey şov devam etsin diye. “Make Me Over” sezonu, Hollywood’daki kendini yeniden yaratma tarihinin izini sürüyor (9 bölüm, İng)
- Görünmez Kadın: Polly Platt… Bu adı daha önce duymuş muydunuz? Ben, Karina Longworth kulağıma fısıldayana kadar duymamıştım! Hakkı yenmiş sinema dehası Polly Platt özelinde, Hollywood’daki cinsiyetçiliğin izini sürüyor (10 bölüm, İng)
~Kirpilerden Jeyan İdil Aslan