Decameron, Binbir Gece Masalları, Big Fish, Orhan Pamuk, The Fall
Şahane Okur,
Günaydın. Bu hafta zarfta Kirpi’nin geniş zamanlar için yazdığı bülten, Esenlik‘in ikinci sayısı var. Zarfta bir öykü kitabı, binbir masal ve üç film yer alıyor. Bir de Orhan Pamuk geziniyor satırlarda, Veba Geceleri‘nden kalan vakitlerinde başlıkları birbirine düğümlüyor.
Bülteni okurken Beethoven’ın 7. Senfoni‘sini dinlemeniz önemle rica olunur.
Esenlikler dileriz.
Yazan: Nureddin Türk, Çizen: Tubeklon
Hoş Hikâyelerle Tutunmak Yaşama
Kendisini tescillemiş yazarların yeni kitaplarına, bu kalemlerin arasında yer edinmeye çalışan genç yeteneklerin girişimlerine, her ay bir yenisi göz kırpan Netflix türevlerine, bu platformlara patır patır düşen film ve dizilere yetişemiyoruz. Televizyon yapımları da hiç duraksamadı, her akşama meşgul olunacak bir zımbırtı çıkıyor illa.
Bir veba salgını değil bizimki, bazı ortaçağ alışkanlıkları hâlâ bağrımızda kötülükler ekmeye devam etse de sekiz asır öncesiyle bir değiliz. İmkanlar gelişti, tıp ilerledi. Bir sene dolmadan aşı bulundu, gecikmeli de olsa aşılamalar başladı. Şimdi kısıtlamalar da kalktı. Ümitli olmak için çok sebep var.
Umutla güzel günleri beklerken hikâyelere daha sıkı tutunmamız yeni değil. İlk öykü kitabı olarak edebiyat derslerimizde zikredilen Decameron‘un, kara veba döneminde yazılması rastlantı değildi. Kitabın anlatıcıları salgından saklandıkları kuytuda, başlarından geçen olayları birbirlerine anlatarak zaman geçiriyordu. On kişinin anlattığı onar öykünün her biri, o sıkışmışlık duygusunu hafifletmiş olmalı. Hem Orhan Pamuk da Beyaz Kale‘de sormuyor mu “Hayatın en hoş yanı hoş hikâyeler uydurup hoş hikâyeler dinlemek değil miymiş?”
Biz de şimdi yaşamın iyice renksizleşip bir köşeye sıkışmasından olsa gerek, sürekli yeni hikâyelere, daha çok hikâyeye ihtiyaç duyuyoruz.
Ölümü Erteleyen Masallar
Orhan Pamuk’un aktardığına göre, Binbir Gece Masalları’nınlanetli olduğuna inanılırmış. Masalların hepsini birden okumak mümkün değilmiş, hepsini okuyanı da ölüm gelir bulurmuş.
Okur için lanetli olan masallar, Şehrazat’ı alnına yazılan ölümden kurtarmıştı. Eşlerinin ihanetlerini öğrenen hükümdar kardeşler, kadınlara düşman kesilir. Kardeşlerden küçük olanı, Şehriyar, üç yıl boyunca her gün bir genç kızla evlenir ve ertesi sabah boyunlarını vurdurur. Sıra Şehrazat’a gelince işler değişir.
Şehrazat’ın hikayelerinde geceleri birbirine bağlayan merak, padişahın duymuş olduğu intikam hırsının önüne geçer, iç içe geçen öyküler bir kurtarıcıya dönüşür. Şehrazat anlattığı masallarla yalnızca kendini değil, ondan sonra gelecek kızkardeşlerinin yaşamını da teminat altına alır.
Yapı Kredi Yayınları’nın garip numaralandırmaları (Dört cildin her biri ikiye bölünmüş, 1/1, 1/2, 2/1 diye devam eder) hepsinin okunması mümkün olmayan bu masalları iyice imkansızlaştırsa da pandemi günlerinden kaçıp kurtulmak, padişahların, prenseslerin, tüccarların, kölelerin arasına karışmak iyi gelebilir:
Olup bitenler önünde asla sevinme ve de yerinme! Çünkü hiçbir şey sonsuza kadar sürüp gitmez. (3264 Sayfa)
Nehirde Büyük Balık Olmak
Hikâye anlatamayanların hikâyesini bilir misin? Orhan Pamuk, anlattıkları cafcaflı hikâyelerle bulundukları ortamı büyüleyen, bütün gözleri üstüne çeken insanların arkasında kalan mahzun yüzleri anlatır. Onlar da başlarından geçen olayları anlatmak, herkesin dikkatini çekmek, muhataplarını etkilemek ister elbette. Ancak ya sıra hiç onlara gelmez ya utanıp sıkılmakla heba olur afili malumat.
Edward Bloom öyle biri değil. Şaşaalı anılarıyla koca salonu dolduran insanlarını ağzını açık bırakan, herkesle kolayca samimiyet kuran, yüzlerini güldüren, kadınları etkileyen biri. O özel bir insan, nasıl ki doğumu başlı başına bir olaysa, ölümü de bir serüven.
Oğlu Will de babasının hayranlarından, çocukluğu, onun anlattığı kimi zaman gülümseten kimi zaman korkutan ama hep merak uyandıran masalları dinlemekle geçmiş. Babası bir devle dövüşüyor, cadının gözlerinde kendi ölümünü görüyor, tek başına bir ordu karargâhını basıyor, annesiyle tanışmak için üç yıl bir sirkte bedava çalışıyor. Her şey ama her şey büyülü, Edward’ın başından hiç sıradan olay geçmiyor.
Aklı ermeye başlayınca Will’in babasına ve anlattığı hikâyelere karşı tutumu değişiyor. Çünkü gerçekler o masallardaki gibi değil. Edward ortalıklarda pek olmayan sorumsuz bir baba. Gerçekleri işine geldiği gibi eğip büküyor, yalanlar yerine hikâyeler anlatıyor.
Tim Burton’ın Daniel Wallace’ın kitabından uyarladığı Big Fish, gerçekle kurmaca arasında bir tercih sunuyor: Keskin gerçeklerle mi yoksa hikâyelerle mi örülmüş bir hayat daha güzeldir? Cevabı da kendisi veriyor. (125 Dakika)
Hasta Yatağında Maskeli Bir Haydut
Pek çok iyi yazarın ve sıkı okurun hayatının bir bölümü hastane yataklarında geçmiştir. Günleri birbirine karıştıran sıradanlığı, bütün damakların heyecanını söndüren tatsız tuzsuz yemekleri, gündüzün kafa şişiren kalabalığı, gecenin ürküten ıssızlığını renklendiren yine kitaplardır.
2006 yapımı The Fall da hastane koridorlarında geçiyor. Roy, sevdiği kadını dublörlüğünü yaptığı aktöre, yürüme kabiliyetini anlamsız bir cesaret gösterisine kaptırmış. Yatağında acılarını dindirmeyi bekliyor. Alexandria daha küçük bir kız, İngilizceyi ve bu dilde yazmayı yeni sökmüş. Meyve toplarken ağaçtan düşmüş. Hastane koridorlarının uslanmaz haylazı, bir çift meraklı gözü. Taburcu olmak istemiyor.
Alexandria, Roy’u bulduğunda Roy her şeyden vazgeçmiş durumda, yine de onunla şakalaşmaktan, onu kızdırmaktan geri durmuyor. Sonra küçük kızı kendisine morfin getirmesi için kandırmaya karar veriyor. Ona her defasında en heyecanlı yerinde kesilen bir hikâye anlatmaya başlıyor. İçinden haydutlar, mistikler, köleler, kötü vali ve Darwin geçen. Bu hikâyedeki yüzler tanıdık, hastane personelinin suretlerinde hayal ediyorlar iyi karakterleri. Kötü vali tabii ki, Roy’un sevgilisini çalan aktör.
Hikâyeyi Roy anlatmaya başlıyor ama Alexandria da boş durmuyor. Müdahaleleriyle, karanlık bir sona doğru uzanan öyküden umut çıkarmaya çalışıyor. Çünkü bu hikâye sadece Roy’a ait değil.
Catinca Untaru dokuz yaşında ya var ya yok ama muhteşem bir performans ortaya koyuyor. Gözlerindeki parıltıyla her ne olursa olsun hikâyelere tutunmaya çağırıyor bizi. (117 Dakika)