İstasyon, Succession, Yellowstone, Kendimizi Geliştirmek, Caz Kulübü
Şahane Okur,
Günaydın. Bu hafta zarfta bir uzun hikâye, iki dizi, bir iksir ve bir podcast var.
#Pinpirik
- Petrol bittiğinde ne olacak? (2190 Kelime)
- Aslında hiç gerçek suşi yemedik (1600 Kelime, İng)
- Sims’te özne-iktidar ilişkileri ve farklı direniş biçimleri (1107 Kelime)
#Esin
- Geoff McFetridge’in çizimlerinde sessiz kederli desenler
#GüneBaşlamaŞarkısı
- Kırıntılara tutunmak: Seeds
Yazan: Nureddin Türk, Çizen: Tubeklon
Gitmek ve Arkadaşlıklar Üstüne: İstasyon
Her şeyi bırakıp çekip gitme hissinin bizi sardığı zamanlarda sığındığımız alışkanlıklar var. Bazen kitapların, bazen filmlerin yarattığı sahici yanılsamaların ardına saklanarak, bazen daha kalabalık ortamlarda kendimizi unutmaya çalışarak geçiriyoruz günleri. Yoksunluğunu çektiğimiz, benliğimizi tamamlayacak eksik parça bilinmeyen bir uzaklıkta ve şimdi kalkıp gitmek zor. En azından bir adres, bir kılavuz verseler, yeniden başlarız belki.
Başkentin yakınlarındaki adadan telefon geldiğinde Deniz üniversitedeki işini yeni kaybetmiş. Tüm makbul olmayan vatandaşların hallaç pamuğu gibi kadrolardan sökülüp atıldığı bir mevsimde şaşırmıyor bu duruma, duraksamadan kabulleniyor. Hatta sevmediği insan ilişkilerinden kurtulmak için bir fırsat olarak görüyor. Ekonomik kaygıları ya da düşünmesi gereken birileri yok. Telefonun peşinden gidiyor.
Arkadaşı Nihal’in yokluğunda Deniz’in, bir nevi sığınak işlevi gören eve bakması gerek. Burası, kitapta tam ayrıntısı verilmeyen bir dayanışmanın kısa süreli konaklama yeri, bir kaçış noktası. Gelip misafir olanların kimliklerini, dertlerini açmadan kaldıkları bir istasyon. Sessiz, münzevi bir yer. Hem belki Deniz de yazmayı düşündüğü kitaba başlar. Eşyası yok, yerleşmesi zaman almıyor. Uzun sessiz yürüyüşleriyle ada ahalisinin dikkatini çekiyor ama o etrafının farkında değil, kendine dönük. Patili bir “Arkadaş” ediniyor sadece, yalnızlığına leke sürülmüyor.
Birgül Oğuz’un sessiz parıltılarla denize karışan dili, erkeklerden bağımsız olarak var olan kadın karakterleri anlatıyor. Arkadaş dahil, adı geçen her birey, dişi. Erkekler konu mankeninden öteye geçmiyor.
Kar sessizliği başka hiçbir sessizliğe benzemiyordu, günler sonra çok güzeldi, ayaz dinince yükselen bu sessizlik, günler sonra ilk kez, her şeye yağan bir sessizlik. Bazen bir şeyin dışarıda dinmesi gerekir. Bazen bir şey dışarıda diner. Bazen bir şey ancak dışarıda dinebilir. (112 Sayfa)
Kendimizi Geliştirmek için Sihirli İksir
Kendini geliştirmek de modern zamanların koşuşturmasına dahil. Üçüncü bir yabancı dil öğrenmek, yogada köprü kurabilmek ve daha bağışlayıcı biri olmak, aynı checklist‘te yer bulabiliyor. Bu yarışa katılmak istemesek de bilinçdışımıza yerleşmiş bazı öğretiler var. Davranış biçimlerimizi, başkalarınca da onaylanacak şekilde değiştirebiliriz. Daha az utangaç, daha dışadönük, arzularında daha ısrarcı birisi olmak mümkün ve gerekli. Bu çizgi romanlara özgü dönüşümü gerçekleştirmek için mecburi adımları hiçbir zaman atmasak da aklımızın köşesinde bir kancaya asılı.
Davranışsal psikoloji kapsamında yapılan bazı çalışmalar da kendimizi geliştirmek meselesi üzerine yoğunlaşıyor. Öncelikli soru şu: Kendimizi geliştirmeyi, belirli şekillerde davranmaktan vazgeçmek, daha iyi şekilde hareket etmek olarak göreceksek, bir davranış biçimini diğerinden daha üstün, daha makbul yapan nedir? Üstelik açık sözlü olmayı ya da olmamayı, sosyal girişken bir kişiliği ya da münzevi yaşam sürdürmeyi belirleyen unsurlar doğrudan bizim geçmiş tecrübelerimiz, benliğimizin bir parçası haline gelen değer anlayışlarımızla ilgili. Bunları değiştirmek aynı zamanda hayata bakış açımızı da değiştirmeyi gerektiriyor. Peki ama değişmek zorunda mıyız? (1367 Kelime, İng)
Muktedir Babalar, Muhteris Çocuklar
Ejderhalı dizideki taht kavgası, gündemi ve ödül törenlerini epey süre meşgul etti. Ancak Game of Thrones şaşaalı bir serüvene yakışmayan finalin ardından tarihin tozlu sayfalarına karıştı. Seyirciyi hazdan haza sürükleyen iktidar mücadelesinin yeni zemini, milyar dolarlık aile şirketleri, uçsuz bucaksız tarım arazileri. Seksenini aşmış ama gözü doymamış babanın yönetim kurulundaki boşluğunu kim dolduracak, ufka sığmayan arazilerinde at koşturan Kevin Costner aile yadigarı servetini hangi evladına bırakacak? Bu veraset kavgalarının her bir aktörü sorunlu, ya şımartılmış ya göz ardı edilmiş. Çok zengin ama çok da mutsuzlar. New York’ta bir gökdelenin lüks dairesinde ya da Teksas’ın en büyük çiftliğinde geçirdikleri depresyona ortak olmamızı, onları anlamamızı bekliyorlar. Oysa sınıf kinimiz bileniyor sadece. Yine de taraflar arasında bazı favoriler ediniyor, rakiplerin türlü manevralarına karşı verilen beklenmedik kroşelerde biz de bir oh çekiyoruz.
Dokuz Emmy ödülüyle vitrini parıldayan Succession’daki kavga tamamen aile içinde, varislerin her biri koltuğu ne kadar hak ettiklerini düşünüyorsa babaları da bir o kadar hak etmediklerini düşünüyor. Üstelik, dünyanın en büyük medya şirketlerinden birini on yıllardır yöneten Logan Roy’un yaşına ve sağlık koşullarına rağmen iktidarı elden bırakmaya gönlü yok.
Kevin Costner’ın altmış altı yaşında sürdürdüğü karizmasıyla göz kamaştırdığı Yellowstone‘da Dutton ailesi, esasen Kızılderililere ait olan toprağı asırlar boyunca genişletmeyi başarmış. Gerekli bütün siyasi ve hukuki ilişkiler kurulmuş, kilit noktalara adamlar yerleştirilmiş. Ucu bucağı olmayan arazide at koşturup, kovboyculuk oynuyorlar. Ama artık devran dönmek üzere, Amerika’nın bu en büyük arazisine çökmüş ailenin, başka şirketlerden ve toprağın asıl sahiplerinden oluşan bir koalisyonla savaşması gerek. Ancak John’un varis olacak kifayette gördüğü tek evladı Kızılderililerin safında. Aslında düşününce, bizim Çukur‘a da benziyormuş senaryosu.
Zengin ailelerin kendi içlerindeki kapışmayı izleyip “aman yesinler” birbirlerini demek ve en ince detayına kadar düşünülmüş yetkin senaryo ve işçilikle seyir zevki yaşamak için aynı sene yayımlanmaya başlayan iki efsane:
- Succession (3 Sezon, 27 Bölüm)
- Yellowstone (3 Sezon, 32 Bölüm)
Caz Kulübü’yle Müzik Entelektüelliğine Giriş
Karikatürize edilmiş bir entelektüelin üç temel özelliği vardır: Boynundaki fular, elindeki kitap ve radyosunda çalan caz müzik. Fularlara pek ilgim yok, kitapları ise çok severim. Caz ise arada bir yerlerde kaldı benim için hep. Merak ettiğim ama nereden başlasam bilemediğim bir dünyaydı. Ta ki Caz Kulübü’ne uğrayıncaya kadar.
Caz Kulübü, Radyo ODTÜ’nün şahane programlarından bir tanesi. Pazar sabahları yayınlanıyor, sonrasında da radyonun internet sitesinden podcast olarak dinlenebiliyor. Radyo dinleme alışkanlığı olan Ankaralıların sabahları sesini duymaya aşina olduğu -aynı zamanda kirpilerden- Öykü Göğer, ODTÜ’nün Caz Tarihi dersinin hocası Tolga Bilge ile beraber sunuyor programı. Her biri farklı konular etrafında şekillenen bölümlerde hem caza dair güzel muhabbetler dinlemek, hem de kaliteli müzikler keşfetmek mümkün.
Cazı anlamaya dair -en azından benim için- en büyük sorunlar, nereden başlayacağını bilmemek, isimlere hâkim olmamak ve farkları duyamamak. İnternet kaynak dolu, ancak “keşke biri bana bunları anlatsa” diyor insan bazen. Caz Kulübü tam olarak bunu yapıyor. Tolga Hoca’nın öyle bir anlayışı var ki! Hem konuya aşırı derecede hâkim (caz tarihindeki her olaya vâkıf, her ismi tanıyor), hem de anlatırken sanki bir anda o büyük isimler kendisinin arkadaşlarına dönüşüyor.
Kim sever: Caz amatörleri ve profesyonelleri, kaliteli Türkçe podcast arayanlar, müzik tarihine meraklılar
Ne zaman dinlenir: Radyo ODTÜ’nün internet sitesinden dinlendiği için, işte çalışırken, evde sakin aktiviteler yaparken
~Kirpilerden Jeyan İdil Aslan