Jérome Lindon, Zamana Yenik Düşen Sinemalar, Sound of Metal
Şahane Okur,
Günaydın. Bu hafta zarfta bir kitap, bir yazı dizisi ve bir film yer alıyor.
#Derinlik
- 90’lardan günümüze fenomen diziler üzerinden Türkiye’nin kültürel dönüşümüne manidar bir bakış (2880 Kelime) (Evet, Yeditepe İstanbul‘dan ve güzelliğinden de söz etmişler)
- Obsesif kompulsif bozukluk popüler kültürde yansıtıldığı gibi havalı mı yoksa acınası mı? Ya da bu rahatsızlıktan mustarip hastalar ve yakınları için mücadele edilmesi zor bir insanlık hali mi? (3139 Kelime, İng)
- Doğada hafta sonu yok ama artık şehir hayatında da yok, günlerin tıpkılaşması ve hafta sonunun ölümü üzerine (2772 Kelime)
#Esin
- Tipografi temelli illüstrasyonları ve tasarımlarıyla göz kamaştıran, imzasını olmadan da eserin ona ait olduğunu anlayabileceğimiz bir sanatçı, Esra Gülmen
#GüneBaşlamaŞarkısı
- Geçmiş heveslerin ve inceliklerin peşine düşenler için: An Analog Guy in a Digital World
Yazan: Nureddin Türk, Çizen: Tubeklon
Kitapların Muftağı ve Efsanevi Bir Şef: Jérome Lindon
Mükemmeliyetçiler ve çokbilmişler, Orhan Pamuk’un yeni kitabındaki hataları tespite dursun, biz bakışlarımızı o çok sevdiğimiz kitapların hazırlandığı mutfağa çevirelim. Kalabalık bir ekip var: Editörler, çevirmenler, dizgiciler, tasarımcılar, redaktörler, tasarımcılar. Çok fazla aşama: Sayısız okuma ve düzelti, dizgi, baskı, dağıtım. Butik yayınevlerinde bunca işin takipçisi, emekçisi yalnızca birkaç kişi olabiliyor. Üstelik bu gayretler çok kolay ardı edilebilen cinsten, çevirmenlerin adları kapakta yazmıyor, editörlerin bahsi künyede bile geçmiyor.
Yayıncılık dünyasının efsanesi, müthiş yazarların keşfedilmesine önayak olmuş, azimli entelektüel Jérome Lindon’un ölümü üzerinden neredeyse yirmi yıl geçti. 9 Nisan 2001’deki vefatı, özellikle memleketi Fransa’da olmak üzere kültür sanat dünyasını derinden etkilemişti. Sadece yirmi üç yaşında devraldığı Minuit yayınevinde kimlerin kitaplarını basmadı ki: Samuel Beckett, Marguerite Duras, Jean Echenoz, Jacques Derrida, Michel Serres, Pierre Bourdieu. Daha önce birçokları tarafından reddedilen yetenekli kalemlerin Goncourt Akademisi Edebiyat Ödülü’ne ve çoksatanlar kategorisine uzanan serüvenlerine eşlik etti.
Editions de Minuit butik ama prestijli bir yayınevi olmayı bugün dahi sürdürüyor. Kapak tasarımlarındaki sadelikten taviz vermediler. Jérome Lindon kalabalıkların aksi bir yönde duruş sergilemekten de hiçbir zaman vazgeçmemiş, Fransa’nın Kuzey Afrika sömürgelerinde yaptıklarına karşı eleştirel yayınları basmıştı.
Jérome Lindon’un mütevazı yaşamı, çalışma disiplini, dokunduğu hayatlar, bıraktığı izler derinden yakalamış insanları. Öyle ki yakın dostu ve keşfettiği yazarların en önemlilerinden Jean Echenoz, Lindon’un ölümünün ardından sarsılmış. Lindon’un anısına, yazar-editör ilişkisinin ayrıntılarını da gözler önüne seren, kısa bir anı kitabı kaleme almış:
Birkaç yıldan beri, bu adamın iki gülüşü olduğunu fark ediyorum: o küçük, haşin gülüş, ve bir kitabı beğendiğinde, kitabın satışları iyi gittiğinde, sizi görmekten memnun olduğunda, onu mutlu eden bir şey olduğunda, ama özellikle, yakınlarının başına iyi bir şey geldiğinde beliren o büyük, sıcak gülüş. (44 Sayfa)
Zamana Yenik Düşen Sinemalar
Kirpi’nin sosyal medya hesaplarını takip edenler için geçen haftadan iki havadis. İlki Paris’ten bir kare, film ve tiyatro yapım dağıtım şirketi MK2 ilk sinema hotelini açtı. İkisi suit olmak üzere otuz altı odanın her birinde dev ekran, ziyaretçilerin erişimine açık iki bin beş yüz DVD’lik film arşivi ve online yayıncılık kanalları var.
İkinci kare Floransa’dan, bünyesinde Rönesans dönemine ait önemli eserleri barındıran Palozzo Strozzi’nin ön cephesine monte edilmiş bir eser, La Farita. Türkçesi yara anlamına gelen çalışmanın meselesi çok açık: Müzelerden, sergi salonlarından kopuşumuz. La Farita duvarda binanın içini gösteren siyah beyaz bir gedik açıyor. Sanki bir bomba atılmış gibi bir izlenim yaratılmış. Açılan yarıktan katları ve sergilenen eserlerin birkaçını görüyoruz, fazlasını değil.
Pandemide bir buçuk yıl dolmak üzere. Ne yazık ki iyimser bilimsel öngörülerin aksine Covid-19 öncesine dönüş çok yakın görünmüyor. Uykusuzluğumuzun, artan huzursuzluğun bir nedeni de sosyal ortamlardan, kültür sanat faaliyetlerinden uzak kalmamız. Biz eski günlere dönmeyi beklerken, sinemalar ve tiyatrolar ya kapanıyor ya da yeni normale ayak uydurmaya çalışıyor. Ayakta kalabilenler adına sevinsek de o kırmızı koltukların, sahne tozunun, ahşabın kokusunun yerini ne tutabilir?
Lavarla‘dan Çiğdem zamanlaması manidar bir yazı dizisine başladı. İncelikli, detaylı bir çalışmayla Cumhuriyet’ten günümüze, Ankara’nın zamana yenik düşen sinemalarını beş bölümde anlatıyor. Nostaljik ve keyifli olduğu kadar endişe verici. Gong sesi mazide mi kaldı? (İlk bölüm, 3896 Kelime)
Müzik Durduğunda, Sesler Kesildiğinde: Sound of Metal
“Yüksek sesle müzik dinlemek geçici duyma kaybına neden olabilir.”
Yollarda geçen bir hayat; konserler, provalar, hayranlar, çığlıklar ve bolca gürültü. Bütün bu koşuşturmanın içinde Ruben sağlığına fazlasıyla dikkat eden bir adam. Karavanıyla bir konserden diğerine, bir şehirden bir başkasına geçerken bile kendisine ve sevgilisine güzel bir kahvaltı hazırlıyor. Ruben müziğe tutkun, sağlam bir baterist ancak bir gün aniden duyma yetisini kaybediyor. Şimdi sağır olmayı öğrenmeli.
Sound of Metal, son zamanlarda izlediğim en etkileyici yapımlardan biri. En İyi Film ve En İyi Ses Kurgusu da dahil altı dalda Oscar adaylığı var. Ruben’i canlandırmak için işaret dili ve davul çalmayı öğrenen Riz Ahmed ise En İyi Erkek Oyuncu dalında yarışacak.
Filmde duyma yetisini kaybeden bir müzisyenden fazlasını izliyoruz. Ruben, çevresindekilerle iletişimini yitiriyor. Müziksiz hatta tamamen sessiz bir yaşam başlıyor. Bana sorarsanız filmin en etkileyici yanı da tamamen yıkılıp yeniden inşa edilen bir hayatı izlemek.
İletişim kurabilmenin değerine, iletişimin sadece sözlerle olmayacağına dair muhteşem bir hikâye. Bir gün müziksiz kalmak sizi korkutuyorsa filmin üzerinizdeki etkisi daha yüksek olabilir. Sound of Metal, on yıldan fazla süren bir çalışmanın ürünü. Vurucu, samimi, akıcı. (120 Dakika)
~Kirpilerden Öykü Göğer